Yeniye doğmak, yeni biri olarak. Yeniye doğmak tabiri de mi klişeleşmekte acaba diye düşünüyorum bazen. Yeniye yeni biri olmadan doğmak mümkün mü ki… Ya da gerçekten yeni diye bir şey var mı ki…
Bir önceki halinden tamamen yeni biri olarak doğmak için, geçmişten getirdiğin tüm travmaları, korkuları, sevinçleri, kahkahaları, sevgileri de geride bırakmak gerekmez mi?
İyisiyle, kötüsüyle, senden bir iz bıraktıysa, yok sayamazsın ki… Onların izleriyle gerçekten yeniye doğmak nasıl olacak peki. Kaderimize mahkum mu olacağız öyleyse, o kader her neyse…
Olduğun yerin tam da olman gereken yer olduğunu söylesem şu anda nasıl hissedersin?
Mutlu, oh muazzam bir yerdeyim zaten diyerek coşkuyla mı karşılarsın; ah olamaz, daha iyi bir yerde olmam gerekiyordu diyerek reddediş içinde mi?
Peki ya, tam da olman gereken yerdeysen?
Tam bu noktada öğrenmen gerekenler varsa, kendinle, dünyanla, evrenle ilgili…
Her birimiz kaynağa doğru yolculuk yaparken, kendi yolumuzda geçmemiz gereken duraklara uğruyoruz. Kiminde gereğinden fazla oyalanıyoruz, kiminden hakkıyla geçiyoruz.
Ah, ilk baştaki sorunun cevabı ne o zaman?
Yeniye doğmak, yeni biri olmak?
Yaşanmışlıklarımız varken, yeni biri olmamız mümkün değil ki…
Ama…
Her bir duraktan geçişimizde, biraz daha yaklaşırız kaynağa. Her bir farkedişle, gerçekten kim olduğumuzu hatırladığımızda, düşük titreşimli duygulardan/olaylardan/ilişkilerden yüksek titreşimli olanlarına her geçişimizde, işte o zaman…
Bir üst bilince daha geçeriz…
Bilincimizi genişlettikçe, her bir üst bilince geçtikçe;
Dünyayı, yaşamı, kendimizi algılama şeklimiz de değişir.
Belki de oyun tam da bu noktada başlıyordur…
Nasıl algılıyorsun DÜNYANI?
İşte hikayenin başladığı yer...